
Hakala
Tarihi kişiliğe sahip olan köyün bilinen en eski ismi “Hakala ve Kağala”dır. Bu İsim 1520 tarihli Tapu Tahrir Defteri’nde mevcuttur. Bu dönemde Hakala Köyü, Akdağ Nahiyesi’ne bağlı ve nahiyenin merkezi konumunda iken daha sonraki dönemlerde Hakala Nahiye olmuştur.
Hoca Sadedin Efendi’nin “Tâcut-Tevârih”de “1402 tarihinde yapılan Ankara Savaşı’nda Sultan Yıldırım Bayezıd’in esir olması neticesi devlet başsız kalmış, ülkede kargaşa baş göstermiş, galip kuvvetler başkent Bursa yı dahi soygun ve yağmalarla talan eylemiştir. Çelebi Mehmet durumun kötülüğünü görerek, Amasya’da beklemenin ve bölgesini korumanın daha hayırlı olacağını düşünerek gerekli çarelere baş vurduğu sırada, sınır boylarında bulunan Türkmenlerden Kara Devletşah’ın Timur’a çıkarak onun mührünü taşıyan buyruk ile Osmanlı topraklarına saldırmak üzere bin (l.000)2 kadar adamıyla Amasya civarındaki “Kağala” denilen yerde konaklamış olduğu öğrenildi. Çelebi Mehmed askerlerini toplayarak Kağala’ya geldi. Daha savaşın başında Kara Devletşah gözüne isabet eden bir ok ile attan yuvarlandı ve askerler tarafından öldürüldü. Başsız kalan adamları dağılarak mağlup oldular ve savaş sona erdi.” diye bahsetmiş olduğu tarihi vakıa sonrasında Çelebi Mehmed Amasya Kalesine yerleşmiş ve Osmanlı Devleti’nin tekrar toparlanma mücadelesine başlamıştır. Hakala Köyü bir nevi Osmanlının tekrar toparlanmasının başlangıç noktası olmuştur.
Kara Devletşah’ın askerleriyle birlikte konaklamak için Hakala Köyü’nü seçmesini o dönemde köyün gelişmişliğinin göstergesi olarak kabul edebiliriz. Köyün ismi Evliya Çelebi’nin Seyahatname isimli eserinde de Kağla olarak geçmek¬tedir Cumhuriyet döneminde Hakala köyünün İsmi Yolpınar olarak değiştirilmiştir.
1974 yılı Haziran ayında bölgede araştırma yapan Erol YURDAKUL’ un Vakıflar Dergisi’nin 26. sayısında yayınlamış olduğu makalesinde; “1975 tarihinde rölöve ölçüleri alınarak projeleri çizilmiş ve menşei vakıf malı olmadığından restorasyonları yapılamayan bu eserlerden şahıs malı olmayanların 7044 sayılı yasaya göre Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tescil edilmesi, şahıs malı olanların ise 7463 sayılı yasanın ilgili hükümlerine göre onanma zorlanması için yazmış olduğum 20/02/1976 tarih ve 312 sayılı yazı ile Kültür Bakanlığı Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar yüksek Kurulu Başkanlığı’na gönde¬rilmiş ve Yüksek Kurulun 14/05/1976 tarihindeki 269’uncu toplantısında söz konusu eski eserlerin 7044 sayılı yasa kapsamına giren korunması gerekli eski eserlerden olduklarına oybirliği ile karar alınmıştır” diyerek köydeki eserlerin koruma altına alınma serüvenini belirtmiştir.
Hakala Köyü’nde bulunan eserlerle ilgili detaylı araştırma ve çalışma yap¬mış olan Erol YURDAKUL’un Vakıflar Dergisinde konuyla ilgili yayınlanmış olan makalesinde özetle;
Yolpınar Köyü’nün genel görünüşü eskiden oldukça önemli ve imar gör¬müş bir kasaba olduğunu belli etmektedir. Amasya Tarihi’nde burada Rufai Tarikatı’nın şeyhlerinden ve din bilginlerinden “es-seyyid Necmeddin Yahya Hazretleri”nin (H. 764’de) büyük bir zaviye binası inşa ettirip evkafını (H. 771’de) tanzim ettiği yazılıdır. Tarafımızdan bu zaviye binasının yeri tespit edilememiş ise de aynı zatın türbesi halen köyün batısındaki eski mezarlığın içindedir. Türbe sonradan yapılan bazı ilavelerle dış görünüş olarak eski esere benzetilemiyorsa da, iç kısmı, türbe içindeki ahşap sandukaları ve mimari detayları dikkatlice tetkik edildiğinde inşa edildiği zamana ait pek çok özellikleri taşıdığı görülmektedir. Amasya Tarihi’nde bu türbeden başka, Türkmen Aşireti reislerinden Hacı Mehmed Bey’in kızı Ayşe Hanım tarafından inşa ettirilen bir camii şerif, oğlu Kasım Bey’in (H.868 tarihinde) yaptırdığı bir medrese ve bir hamam, Hacıbey-zate “Mirza Bey” tarafından (H.935 tarihinde) inşa ettirilen camii şerif ve Hacıbey-zate Muhyiddin Bey tarafından (H.947 yılında) inşa ve evkafı tanzim edilmiş medrese (Amasya, Tokmacık Hamamının batısındaki arsa bu medreseye vakfettiği hanın arsası imiş) ve hamam, ayrıca bu nahiyenin civarında bulunan Kuşçu Karyesi’nde Mirza Bey’in oğlu Mustafa Bey tarafından inşa ettirilen bir camii şeriften bah-sedilmektedir .
Ankara Savaşı (1402) sırasında bu karyede oturan Türkmen aşireti reislerinden Hacı Mehmed Bey’in Sultan Çelebi Mehmed Han’a ciddi ve yararlı hizmetleri olduğundan kendisi ve sülalesi bu nahiyenin şerefi olarak kabul edilir. Bu sülaleden Kasım Bey, Abdullah Paşa, Mirza Bey gibi beylerbeyi ve devlet adamları çıkmış, Silahdaroğulları adıyla anılan bir kolundan da Musa Paşa, Büyük Cafer Paşa, Topal Yusuf Paşa ve Ahmed paşa gibi vezirler ve devlet adamları görülmüştür. Topal Paşa oğulları Amasya’da Topaloğulları namıyla şöhret bulup yeniçeri reislerinden olmuşlar.
Necmeddin Yahya el-Rufai’nin türbesinden başka Kasım Bey tarafından yaptırılan medrese ve hamam ile Mirza Bey tarafından yaptırılan camii şerif tespit edebildik. Ancak köylüden öğrendiğimize göre ahşap olduğu için fazla harab olan camii şerif 1970 yılında koylu tarafından tamamen yıkılarak betonarme bir bina haline getirilmiştir. Diğer binalar çok harap olduklar halde yapıldıktan devre ait bütün özelliklerini muhafaza etmektedirler. Bunları yapıldıkları tarih sırasına göre incelemekte fayda vardır.
Es-Seyyid Necmeddin Yahya Er-Rufai Türbesi:
Necmeddin Yahya er-Rufaî (H.764/1362-63’de) bugün burada mevcud olmayan bir zaviye binası yaptırarak evkafım (H771/1369-7ûde) tanzim etmiştir’. Türbe binasının içinde bulunan kündekâri tekniğiyle tezyin edilmiş olan ahşap sandukanın ayak ucundaki (H. 771/1369-70) tarihli kitabesine göre binanın da aynı tarih de yani XIV. Yüzyılın ikinci yarısının ortalarına doğru inşa edildiğini tahmin etmekteyiz. Bu zatın babası olan Seyyid Ahmed Kuçek er-Rufaî Samsun’un Ladik kazasında medfundur.
Taceddin Seyyid er-Rufai’nin oğlu Seyyid Ahmed Kuçek-I Rufai İle Mevlana’nın torunu Ulu Arif Çelebi’ye M.1320 tarihinden önce (Çünkü Ulu Arif Çelibi 1320 tarihinde vefat etmiştir) Amasya’da karşılaşmıştır. Ariflerin Menkıbelerinde bu karşılaşmadan şöyle bahsedilmektedir; ‘Abdal’ın ve Ahrar’ın özü Seyyid Ahmed Kuçek-i Rufai bir gün Amasya şeh¬rinde Çelebi Hazretlerinin ziyaretine gelmişti. Aralarında hadsiz hesapsız latifeler ve ilahi bilgiler anlatıldıktan sonra Seyyid Ahmed’e mensup olanlardan (Ahmediyan; Ahmediler) bir cemaat içeri girdi ve ellerinde büyük bir kabak olduğu halde okumağa başladı ve semâ’ ya katıldılar. Semâ’ da çok heyecanlar gösterip deliliklerde bulundular. Seyyid Ahmed, özür dileme makamında;
“Ariflerin sultanı ve sultanların arifleri mazur görsün; zira bizim deliler çok zaman böyle kabak sesiyle semâ ederler” dedi.
Çelebi Hazretleri de;
“Çok güzeli Dervişlerin yaptıkları bütün işler hoş görülür ve sevilir, fakat şurası gariptir ki sizin müridler boş kabaklarla raks ediyor, bizim dostlar İse dolu kabakla sema yapıyorlar. Bu semâ ile o semâ arasında büyük bir fark var…” buyurdu.
Bunun üzerine Seyyid Ahmed iyi bir at ve bir Mısır elbisesi hediye edip mürid oldu. Çelebi hazretleri de sırtındaki elbiseleri Seyyid Ahmed’e giydirdi, arkadaş ve kardeş oldular:0.
İbn-i Batuta; Amasya ili Taşova ilçesine bağlı Sonusa (Uluköy) beldesine de uğramış ve özetle şu bilgileri vermiştir: “… Amasya yakınında Sonusa Beldesi vardır ki, Ebu Abbas Ahmed Rufai hazretlerinin evladı orada sakindir. Şeyh İzzed- din bu cümleden olup, el-yevm revak şeyhi ve sahib-i seccade-i Rufai’dir. Biraderleri Şeyh İbrahim, Şeyh Ali ve Şeyh Yahya’dır. Bunların cümlesi. Şeyh Küçük Ahmed bin Taceddin Rufai’nin evladıdır. Küçük sağır manasınadır. Bunların zaviyesine inerek diğerlerinin feyzü rüçhanlarını müşahede eyledik. Yukarıda sözü geçen olaylar ışığında Yolpınar Köyü’nde türbesi bulunan Şeyh Necmeddin Yahya er-Rufai; Ladik’te türbesi bulunan Şeyh Ahmed Kuçek er-Rufai’nin oğlu ve Şeyh Taceddin er -Rufai’nin torunudur. Şeyh İzzettin, Şeyh İbrahim ve Şeyh Ali; Seyyid Necmeddin Yahya Er-Rufai’nin kardeşleri olup bunlardan Şeyh Ali’nin mezarı Amasya’nın Taşova Kazasına bağlı “Sunisa Uluköy” köyündedir.
Yolpınar Köyü’ndeki mevcut yapılardan en erken tarihli olanı türbe binasıdır. Köyün batısındaki eski mezarlık içinde yer alan ve yapılan bir çok ilave, yerli yersiz tamirlerle dıştan çok basit ve yeni bir yapı gibi görünen türbe, Selçuklu türbeleri gibi mumyalık ve ziyaret (Mescit) bölümleri olmak üzere iki katlı olarak inşa edilmiştir.
Binanın doğu yönünde yer alan 81. cm yükseklik ve 79 cm genişliğinde muhdes bir kapıdan 76 cm. genişlik ve 4.18 m. derinliğindeki bir dehliz vasıtasıyla mumyalık bölümüne girilmektedir. Mumyalık bölümü 2.84 x 3.55 m. ölçüsünde olup üstü doğu-batı yönünde uzanan dairevi tonoz ile örtülmüştür. Tonozun yüksekliği zeminden 2.02 m., üzengi hizası ise zeminden 49 cm. yukardadır. Batı yönünde; zeminden 1.20 m. yükseklikte ve içten 58 x 55 cm., dıştan 12 x23 cm. ölçülerinde bir mazgal pencere vardır. Bu pencere ile tabii ışıklandırma havalandırma sağlanmaktadır. Mumyalığın orta kısmında 1.41 x 2.04 m. ölçüsündeki mezarın yüksekliği 65 cm’ dir.
Ziyaret bölümüne; türbenin doğusunda yer alan 3.14 x 3.45 m. ölçüsünde ve 2.80 m. yüksekliğindeki muhdes sundurmadan girilmektedir. Türbenin 82. cm. genişlik, 1.56 m yüksekliğindeki basık kemerli orijinal giriş kapısı bu sundurmanın doğusunda bulunmaktadır. Kapının üç tarafı 45 derece pahlı bir silme ile çerçevelenmiştir. Bu çerçevenin zeminden yüksekliği 12 m., genişliği ise 1.38 cm’ dir. Basık kemerli kapıdan 3.85 x 3.86 m. ölçüsünde kare bir mekana girilir. Bu mekanın üstü köşelerde yer alan trompvari üçgenlere oturan sağır bir kubbe ile örtülmektedir. Kubbenin eteği 3.50 m., tepesi ise zeminden 5.22 m. yüksekliktedir. Zeminden 3.36 m. yükseklikte başlayan ve iç kısmı çepeçevre dolaşan 1.14 m. genişlikte şevli üçgenlerin yer aldığı kuşağın doğu, batı, güney ve kuzey cephelerinde 37 cm. genişlik ve 62. cm. yüksekliğinde sivri kemerli dört sağır pencere nişi vardır. Batı yönüne açılan ve zeminden 46 cm. yüksekte olan 0.99 x 1.40 m. ölçüsündeki dikdörtgen pencereden tabii ışık sağlanmakta olup dış kısmı demir parmak¬lıdır. Zeminde bulunan iki ahşap sandukadan biri küçük diğeri ise büyük olup ikişer kademelidir. Büyük sandukanın kaidesi 1.90 m, uzunluk, 60 cm, genişlik ve 40 cm. yükseklikte dikdörtgenler prizması şeklindedir. Cephelerinin alt, üst ve yan kenarları birbirlerine dolanan palmetlerin meydana getirdiği 6 cm Genişliğindeki bordürlerle çerçevelen¬miştir. Bu bordürler ve orta kısmında yer alan ayet-i kerimeler ile kitabeler kündekâri tekniği ile yapılmıştır. Kaidenin baş ucunda “es-Seyyid eş-Şeyh Necmeddin Yahya er-Rufai Rahimullah yazısı, ayak ucunda ise “inne recali Hamdullah fi seneti ihda ve seb’in ve seb’a mie” (771H / 1369-70M.) yapım tarihini belirleyen kitabe vardır. Kaidenin üstünde aynı teknikle ahşaptan yapılmış lahit vardır. Bu lahitin uzunluğu 1.60 m, genişliği 34 cm, ve yüksekliği 35 cm’di Lahitin- güney ve kuzey cepheleri harpuşta gibi şevli olup alt kısmı 10 cm. yüksekliğinde ve üstü birbirini takip eden pal- met ve lotusların meydana getirdiği motiflerle dekore edilmiş olan bordür dört cepheyi dolaşmaktadır. Doğu ve batı yönlerdeki üçgen yüzler kıvrımdal ve palmetlerden meydana gelen bitkisel örgü ile süslenmiştir. Bu örgü simetrik olarak yapılmıştır. Kuzey ve güney yönlerine bakan şevli yüzlere ise muhtelif ayet-i kerime ve sureler kündekâri tekni-ği ile yazılmıştır. Oğluna ait olduğu söylenen yanındaki küçük sanduka ise aynı teknikle yapılmamış olup aynı yüzyıla ait değildir. Türbe etrafındaki bakımsız mezarlıkta ise sağa sola devrilmiş XV. Yüzyıla ait mezar taşları görülmektedir.
Mezkur tarihte Eratna Beyliğinin hakimiyet sınırları içini de bulunan bu türbeye benzer türbeler sadece aynı bölgede değil o tarihlerde hüküm süren diğer beyliklerde de karşımıza çıkmaktadır. Meselâ, Kastamonu’nun Kozyaka nahiyesine bağlı Türbe-i Adilbey veya diğer adiyle Boyacı Hafızoğlu divanında bulunan Candaroğulları’ndan Yakum 86/10 oğlu Emir Adıl Bey’in türbesi (H. 763/1362 M), Eskişehir Sivrihisar Alemşah Türbesi, Karaman -Alaaddin Alı Bey Tür-besi, Konya Ilgın Şeyh Bedrettin Türbesi gibi Necmeddin Yahya er-Rufai Türbesi’ de XIV. Yüzyılda Anadolu’da yapılmış bir çok türbe gibi klasik Selçuklu türbeleri tarzında inşa edilmiştir. Bu tarz; alt katta kalın duvarlı, kare planlı ve üstü çoğunlukla dairevi tonoz ile örtülmüş olan mumyalık (cenazelik) kısmiyle bu kısmın üstünde kare ve veya çokgen planlı ziyaret (Mescit) bölümünden meydana gelmiş ve iki katlı olarak inşa edilmişlerdir. Ziyaret (Mescit) bölümünün üstü içten kubbe, dıştan ise ekseri piramidal külah ile şekillenmiştir. Türbenin restitüsyon çizimi teklifimizde de üstü-nün sekizgen bir tambura oturmuş tuğla veya taştan inşa edilmiş bir külah ile örtülü olduğu düşünülmüştür. Bu tür¬benin restorasyonu yapılırken muhdes çatı altından çıkacak tambur ve külah izlerine çok dikkat edilmesi gereklidir.
Kasım Bey Medresesi:
Köyün doğusunda ve yüksekçe bir yere kâgir olarak inşa edilen Kasım Bey Medresesi’nin Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde bulunan 490 nolu defterin, 278’inci sayfasının 138’inci sırasında şahsiyet kaydı vardır. H. 868 tarihinde inşa olunan ve Amasya’daki büyük medreseler arasında erbain (kırklar) derecesinde kabul edilen ve H. 873 tarihli bir vakfiyesi olduğu yazılan bu medrese vaktiyle E. Hakkı Ayverdi tarafından arandığı halde bulunamamıştır .
Ekim/1974 yılında tespit ettiğimiz kitabesi olmayan bu medrese 7.80 x 10.70 m. Ölçülerinde ki dikdörtgen bir avlu etrafında ve kuzey – güney doğrultusunda şekillenmiştir. Bütün dış cephe duvarları sıralı moloz taştan inşa edilen binanın köşeleri taslak, kapı ve pencere söveleri ise yontu taştan yapılmıştır. Güney tarafta yer alan mescidin dış duvarlarının üst kısmındaki üst pencerelerin hizasında üçer sıralı üç tuğla hatıl vardır. Üst pencerelerin kemerleri üç tuğla, bir taş olarak inşa edilmiştir.
Türk mimarisinde dini özelliği olmakla beraber sosyal karakteri de bulunan medreseler önemli bir yer işgal eder. Bu medreselerin inşa tarzını ve plan teşkilatını İncelersek medrese yapıları içe dönük bir mimari tarz gösterir. Erken örneklerin dış kitlesinde belirli bir düzen bulunmaz. Planlarda da her vakit simetriye riayet edilmemiştir. Türk mimarisinde mekanik bir simetri zaten bulunmadığından yapıların planlarında or¬ganik bir karakter mevcuttur denilebilir. Çünkü ihtiyacın talep ve şekline uyan sanatkar çok defa arsanın ve çevresinin imkanlarına hürmet etmiştir. İç mekanı, dörtgen bir avlu etrafında tertiplenmiş olan medreseler bir ana eyvan (mescit – dersane) İle zenginleştirilmiştir. Anadolu medreseleri kapalı veya açık avlulu olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Anadolu’da varlığını bildiğimiz en eski medreselerin çoğu kapalı avlulu olarak inşa edilmişlerdir. Kapalı avlunun Orta Asya evinden kaynaklandığı düşünülebilir. İlerleyen zaman içerisinde bil¬hassa Beylikler veya Erken Osmanlı mimarisinde kapalı tipe nazaran açık avlulu tip daha fazla inşa edilmeye başlanmıştır. Bu devirlerde Selçuklu mimarı tarzı devam ettirilmekle birlikte ana eyvan’ın (Mescit – Dersane) üstü artık beşik tonoz ile değil kubbe ile örtülmektedir. Bu kubbeler baklavalı kasnaklar üzerine oturmaktadır. Portal çıkıntısı haricinde umumiyetle dikdörtgen plan içersinde kalan klasik Selçuklu medresesi planının. Beylikler ve Osmanlı ile birlikte dışına çıkılmaya başlanmıştır.
Yolpınar Köyü’ndeki Kasım Bey medresesinde de görüldüğü gibi mescit – Kasım Bey Medresesi’nin giriş kapısı dersane bölümü dikdörtgen ana plandan dışarı taşarak belirtilmiş ve üstü beşik tonoz yerine kubbe ile örtülmüştür. Selçuklu devrinde giriş cephelerine yapılan abidevi portaller yerine burada da insani basit bir giriş kapısı yapılmış, giriş cephesi de son cemaat mahalli gibi bir revakla şekillenmiştir. Bu devirde bilhassa Bursa, Edirne ve İstanbul’da inşa edilen medreseler. Klasik Osmanlı Medreseleri’nin geçişini hazırlamışlardır.
Tek Hamam
Köyün güney yönünde ve Apaydın Çiftliğinin huduttan içinde kalan hamam 1975 yılında saman deposu olarak kullanılmaktaydı. Tek hamam olarak inşa edilmiş olan eserin dış duvarları sıralı moloz taşla yapılmıştır. Hamamın soyunma yeri tamamen yıkılmış olup ılıklık ve sıcaklık bölümleri ile su deposundan meydana gelmektedir.
Hamamın ılıklık kısmına batı yönündeki kapıdan girilmektedir. 7,00 x 2,58 m. ölçülerindeki Ilıklık mekanının üstünü üç yıldızlı kubbe örtmektedir. Bu mekanın ortasında yer alan kubbe altıgen bir form içine altı yapraklı yonca gibi şekillenmiş olan nervürlü kubbedir. Nervürlerin alt uçları yarım yıldız şeklinde birer mukarnas ile son bulmakta, üst uçları ise 40 cm açıklığındaki altıgen ışıklığın köşelerini meydana getirmektedir. Bu kubbenin tepe noktası 5.08 m. eteği ise 4.00 m. zeminden yüksektedir. Bu kubbenin her iki yanında birbirinin aynı, ortalarında ışıklığı bulunan, mukarnaslı, iki yıldızlı tonoz vardır. Bu tonozlar zeminden 2.82 m. yukarda başlayıp, 4.26 m’ de sona ermektedir. Ilıklık mekanının güney duvarında, zeminden 70 cm. yüksekte, 95 cm. geniş-liğinde ve 1.00 m. yüksekliğinde, yarısı yıkılmış üstü kemerli bir dolap girintisi vardır. Bu girintinin yanındaki yıkıntıdan 1.30 x 2.57 m. ölçüsünde küçük bir mekana girilmektedir. WC olduğu tahmin edilen bu bolümün üstü doğu – batı doğrultusunda uzanan yarım silindirik tonoz ile örtülüdür. Ortasında 30 x30 cm’ lik kare havalandırma deliği bulunan tonozun eteği zeminden 2.32 m., tepe noktası ise 2. 95 m. yüksektedir. Bu geniş mekanın kapısı batı duva¬rında olup 50 cm. genişliğindeki kapı sonradan örülerek kapatılmıştır u.
Anadolu’daki XV. Yüzyıla ait önemli hamamlardan biri olan bu tek hamamın restore edilerek gelecek ku¬şaklara intikali sağlanmalıdır. Restore yapılacağı vakit tamamen yıkılmış olan külhan ve soyunma bölümlerinde yapılacak hafriyat sonrası bu bö¬lümlerin hudutları tespit edilmelidir. Soyunma mahallinin beden duvarlarının moloz taşından inşa edildiği tahmin edilmekte, üstünün ise haf¬riyat sonucu ortaya çıkacak duvar kalınlığına göre ya tek kubbe veya ortasında bir aydınlatma deliği bulunan ahşap tavan ve ahşap çalı ile mi örtülü olabileceği anlaşılacaktır.
Tarihte ilk hamam yapan millet kim olursa olsun bu hamamları bulundukları şehirlerde en çok yapan Türklerdir. Türk hamamları ne Roma veya Bizans ve de Emevi hamamlarına benzememektedir. Onların abidevi ve azametli yapılarına karşılık Türk hamamları daha insanı boyutlarda ve ihtiyaçlarım karşılayacak şekilde yapılmışlardır. Türkler’ in imaret sisteminde hamam camilerden sonra gelir. Zira Türkler temiz bir millettir ve temizlikten hazzederler. Onun için bu temizlik kurumlarına çok önem verilmiştir. Türkler hamamla o kadar iç içe yaşamışlardır ki en fakirinden en zenginine kadar evlerinde veya konaklarında bile küçük hamamlar hamamlık, gusülhane gibi temizlik yerleri yaptırmışlardır. Helalarını bahçe veya avlularda inşa eden Türkler hamamlarını yatak odası içine veya civarına yapmışlardır. Evlerindeki yıkanmayı yeterli görmeyen halk haftada bir veya iki defa umumi hamamlara gitmektedir. Ayrıca, kırk hamamı, loğusa hamamı veya düğün hamamlarına davetli olarak katılırlar. Hamamlar aynı zamanda birer tedavi hane olarak da kullanılmıştır. Hacemat edilmesi, soğuk algınlığı için terleme, kulunçların ovulması, sülük çekilmesi gibi tedaviler hamamlarda yapılmaktadır. Hamamlar bilhassa kadınlar arasında pek eğlenceli bir alemdir. Hatta orada sabahtan akşama kadar akrabaları veya komşuları ile vakit geçirenler, pikniğe gider gibi börekler, zeytinyağlı dolmalar, kuru köftelerle gidenler vardır.
Türbe ve Yatırlar:
Bu gün türbe ve yatır olarak kabirleri ziyaret edilen kişiler Suluova tari¬hinde önemli bir yere sahip olan ve Suluova’ya yerleşimi sağlayan kişilerdir.
Alaflı Dede: Bir Eylül Mahallesi istas¬yon bahçesinin üstündeki mezarlıkta bulunmaktadır.
Gökçe Baba: (Delil Baba) Bir Eylül Mahallesi çay bahçesinin güneyinde yolun altında kabri bulunmaktadır.
Erenler Türbesi: Hacı Hayta Mahallesi Erenler mevkiinde bulunmaktadır. Alevi su arkını yaptırmış, vasiyeti gereği halen bu arktan su akıtılmaktadır.
Avdan Dede: ilçemiz Akdağ mevkiinden Akören köyü koruluğunda ve Eğribük Köyü Erikli Mezrası arasında Avdan Dede mezarı bulunmaktadır.
Seyyid Yahya: Yolpınar köyünün batısında bulun maktadır Büyük ulemalardan olan Seyyid Necmettin Yahya Efendi’nin türbesidir.
Gani Baba: Horasan’dan Anadolu’ya islamiyeti yaymak için gelen Gazi Derviş Şeyh Abdülganı El Halveti’nin mekanıdır.